Aşk Dediğin Bir Ömürlük Duygu
Gerçek aşk bir yılda oluşuyor…
İngiliz bilim adamları, “aşkın ömrü ne kadardır?” sorusuna yeni bir yorum getirdi. Geçmişte yapılan bazı araştırmalarda bir yıl geçtikten sonra aşkın sona erdiği iddia edilmişti. İngiliz bilim adamlarıysa, gerçek ve kusursuz aşka ulaşmak için bir yıl geçmesi gerektiğini savunuyor. Onlara göre, ilişkinin ilk aylarında hissedilenler aşk değil.
İlk görüşte aşka inananlara bilim adamlarından kötü haber. İngiliz Bath Üniversitesi uzmanlarına, göre çiftlerin gerçek aşkı tam anlamıyla hissedebilmeleri için en az bir yıl gerekiyor. Araştırma kapsamında 147 çiftten gerçek aşkı tanımlamaları ve bu aşka ne kadar sürede ulaştıkları soruldu. Çiftler, gerçek ve kusursuz aşkı, “ihtiras, samimiyet ve bağlılık” sözcükleriyle nitelendirdi. Yapılan incelemelerde de çiftlerin bu tarz bir ilişkiye ulaşması için en az bir yıl gerekli olduğu sonucuna varıldı.
İngiliz bilim adamları, aynı zamanda ilişkinin ilk dönemlerinde samimiyet ve bağlılık duygularının sanıldığının aksine çok da güçlü olmadığını belirledi. Kadınların aşık olması daha zor. Araştırmanın ilginç sonuçlarından biri de kadınların erkeklere kıyasla çok daha zor aşık olması. Zira, araştırmaya göre, kusursuz ve gerçek bir aşk yaşadığını belirten kadınların oranı yüzde 57’de kalırken erkeklerin oranı yüzde 67’i buldu.
Aşkın ömrü yalnızca bir yıl mı?…
Ancak aşkın sayısız hali olacağını savunanların sayısı da hiç de az değil. Geçen Aralık’ta İtalyan Pavia Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, aşkın ömrünün bir yıl olduğu sonucuna ulaşılmıştı. İtalyan bilim adamları, bir yılın ardından tutkuyu beraberinde getiren kimyasal salgıların artık daha az salgılandığını açıklamıştı.
Helen Fisher’e göre aşk bir içgüdü. Yaş ya da cinsiyet farkı olmaksızın herkes için bir ihtiyaç. Ancak üç evrede gelişen aşk, en geç 30 ay içinde ömrünü tamamlıyor. 30 aydan sonra ise duruma göre birliktelik ya bitiyor ya da aşk yerini daha derin bir sevgi ve karşılıklı anlayışa bırakıyor. İşte Fisher’in aşkın üç evresiyle ilgili teorisi:
İşyerleri aşkla renklenirken bu ilişkilerin yalnız yüzde 16’sı uzun ömürlü. Çiftlerden kadın terfi ederse erkek sorun çıkarıyor. ABD’de 8 milyon kişi işyerinde aşk yaşıyor.
İşyeri aşklarının anatomisi çıkarıldı: Sadece yüzde 16’sı uzun sürerken çoğu bir yılı aşmıyor. ABD’de MSNBC kanalının araştırmasına göre, iş arkadaşıyla aşk ilişkisine girenlerin yüzde 17’si, ilişkinin birkaç gün ya da birkaç hafta sürdüğünü söyledi. Bir yıla kadar birlikte olanların oranı yüzde 36, ilişkileri bir-beş yıl sürenlerin oranı yüzde 31 oldu. Beş yılı aşan süreli ilişki yaşayanların oranı yüzde 16′da kaldı. ‘Ofis Aşkları’ isimli kitabın yazarı Dennis Powers, ‘ülkede her yıl yaklaşık 8 milyon kişinin işyerinde aşk ilişkisine girdiğini ve bu sayının giderek arttığını’ söylüyor. İşyeri aşklarının olumsuz yanlarını da inceleyen yazar Powers, “İlişkiniz evliliğe gitse bile, şayet günün birinde boşanırsanız, eski eşinizle aynı işyerinde çalışmak sizin açınızdan manevi işkence olmaz mı?” diye soruyor. Bir başka olumsuzluk ise kadının terfi etmesi ve erkeğin o mevkiye asıl kendisinin layık olduğunu düşünmesi halinde ortaya çıkıyor. İşyerinde biri ya da ikisi de evli olan kadın ve erkek arasındaki aşkların, ABD’de giderek artan boşanma oranını yüzde 50′ye çıkardığı da öne sürülüyor.
1. Şehvet evresi (Temel içgüdü seks mi?)
İlk evrede seks dürtüsü ağır basıyor. İnsan çoğalma içgüdüsüyle hareket ediyor ve kiminle beraber olduğunu pek umursamıyor. Beğendiği herhangi biriyle birlikte olabiliyor. Karşı cinsin fiziksel özelliklerini çok da incelemiyor. Ancak aşkın etkisi biraz hafifledikten sonra partnerinin kaşına gözüne, vücuduna daha fazla dikkat ediyor.
2. Cazibe evresi (Aşkın gözü kör müdür?)
İkinci evrede tüm dünya tek bir kişinin çevresinde dönüyor. Bu süreçte beyin yüksek miktarda dopamin hormonu salgılayarak sürekli heyecanlı olmanızı sağlıyor. Bu aynı zamanda sadece partnerinizle beraber olmak istemenize neden oluyor. İkinci evre evrim teorisine dayanıyor. Birileriyle bebek yapacak kadar yakınlaşmak için çaba sarf ediyorsunuz. Bu aşamada genç kızlar defterlerine defalarca aynı kişinin ismini yazıyor, aşıklar en yakın arkadaşlarından bile uzaklaşıp sadece sevdikleri kişiyle zaman geçirmek istiyor. Seksin ön plana çıktığı bu dönemde cinsel bağlılık büyük önem kazanıyor. Bu yüzden partnerimizin bir başkasıyla sevişmesine düşüncede bile katlanamıyoruz. İkinci evre en fazla 30 ay sürüyor. Fiziksel olarak daha fazlasına dayanılması mümkün değil. Bundan sonra daha sakin ve derin bir ilişki başlıyor.
3. Bağlılık evresi (Aşk öldü, yaşasın sevgi)
İkinci evrede partnerinizin hatalarını ve eksiklerini göremezsiniz. Her yaptığı mükemmeldir. Bu nedenle doğru insanla birlikte olup olmadığınızı ancak üçüncü evrede anlarsınız. Doğru insanla birlikteyseniz üçüncü evre çocuklarınızı yetiştireceğiniz dönemdir. Bu da tahmininizin aksine 60 yıl değil sadece çocuklar ergenlik çağına gelene kadar sürüyor. Üçüncü evreyi uzatıp mutluluğu sürdürmenin yolu ise ilk dönemin romantik anlarını hatırlamakta saklı. Kendimize benzeyenlere aşık oluyoruz.
Helen Fisher, ilk evrede insanların çoğalma içgüdüsüyle hareket ettiğini ve karşı cinsin tipini çok da derinlemesine incelemediğini söylüyor. Ancak St. Andrews Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma kişinin kendisine benzeyen insanlarla beraber olmayı tercih ettiğini ortaya koydu. Jennifer Ariston-Brad Pitt ile Kate Winslet-Sam Mendes çiftleri bunun en iyi örnekleri olarak gösteriliyor.
İlişkinin başlarında birbirini çılgınca seven iki insan bir süre sonra nasıl olur da birbirlerinden köşe bucak kaçmaya başlar? Bu noktaya gelmemek için çiftlere bazı sorumluluklar düşer. Eğer aşkınızın sonsuza dek sürmesini istiyorsanız aşağıdaki hatalara düşmemeye özen gösterin.
“Nasıl Olsa Benim” düşüncesinden vazgeçin
Cicim ayları geçtikten sonra, birçok çift birbirlerine “Nasıl olsa benim” düşüncesiyle yaklaşma hatasına düşer. Birbirine alışmanın getirdiği umursamazlık ve özensizlik her ilişkiyi sıradanlığa sürüklüyor ve bu sıradanlık, taraflardan biri, “Beraberliğimizin bir anlamı kalmadı” diyene kadar sürüyor. İlişkiyi bir bebek gibi düşünün. Bebeğinize birkaç yıl bakıp sonra “Nasıl olsa kendi kendine büyüyor” deyip bir kenara mı atacaksınız? Aşkınıza sahip çıkın ve her aşamasında ona emek vermeye hazır olun. Birbirinizle ilgilenin, birbirinizi özleyin, konuşun, fikirlerinizi paylasın ve sorunları, büyüyüp çözümsüz hale gelmeden oturup tartışın. Kısacası, ikiniz de gayret gösterin, yorulun, terleyin.
Cinselliği rutine dönüştürmeyin
Uzun ilişkilerde seksin seyrekleşmesi normaldir. Fakat bunun rutine dönüşüp dönüşmemesi sizin elinizde. Sorunun temeli belki de şu; erkekler sekse ulaşmak için aşık oluyor, kadınlarsa aşka ulaşmak için seks yapıyorlar. Ancak sonuçta iki taraf da mahremiyet ve yakınlığa ihtiyaç duyuyor. Cinsel isteği körüklemek için bu ihtiyaçtan yola çıkılabilir: Birbirinize yakınlık gösterin ama “iş” icabı sadece yatakta değil yatak dışında da. Hissettiklerinizi, sıkıntılarınızı, özlemlerinizi paylaşın. Yatakta tek başınıza fantezi kurmak yerine birlikte fanteziler geliştirin. Böylece cinsel yaşamınız sıcaklığını “9,5 hafta”dan daha uzun süre koruyabilir. Ama sakın seksi “Kim daha iyi sevişiyor?” gibi bir güç mücadelesi ve baskı aracı haline getirmeyin çünkü henüz seks olimpiyatları düzenlenmiyor.
Ona sorumluluk verin
Kızgınsınız, hem de çok… Sevdiğiniz erkek birlikte oturmaya başladığınızdan beri nedense alışveriş, yemek pişirme, çamaşır yıkama, evi toplama gibi işleri sizin yapacağınızı varsayıyor, üstelik sizin mesleğiniz de onunki kadar zorken… Peki, ne oldu? Ne olacak, toplumsal rollere teslim oldunuz. Anne babalarımız ve toplum aracılığıyla bilinçsizce aldığımız “doğru kadın” ve “doğru erkek” rolleri, bir anlamda beynimize işler ve duygusal ilişkilerimizde ortaya çıkar. Siz içgüdüsel bir biçimde üzerinize düşen her işi yaparsınız ama onlar aslında ikinizin de üzerine düşen işlerdir. Ona evle ilgili çeşitli görevler verin ve bu görevleri gerçekten üstlenmesini sağlayın. Markete uğramayı unutup eve mi geldi? Sakın siz kalkıp markete gitmeyin, bırakın o gitsin. Mutfağı temizlemekte başarısız mı? Bırakın temizlesin. Gerekirse siz sonra gidip bir daha yaparsınız. Önemli olan onun da birtakım sorumlulukları olduğunu hissetmesi. Yoksa yaptığınız her iyilik, bir süre sonra kaçınılmaz bir biçimde göreviniz haline gelir ve bu da sizi ilişkinizden soğutmaya başlar.
Eski sevgilinin gölgesini yok edin
Bazen geçmişteki bir ilişkinin gölgesi bugünün mutlu aşkının üzerine düşebilir. “Yeni sevgilim doğru insan mı? Yoksa benim için hala mücadele eden eskisine mi dönmeliyim?” gibi kuşkular güzel giden bir ilişkiyi bir süre sonra zehirlemeye başlar. Büyük bir ihtimalle yeni büyük aşkın diğer kahramanı bu kararsızlıktan, bu gidip gelmeden sıkılır, hevesi kaçar ve ilişkiyi bitirir. Eğer eski sevgilisiyle ilgili tereddütleri olan sizseniz tavsiyemiz; onu unutun! Çünkü aynı suda iki kere yıkanılmaz. Kendinize ve yeni aşkınıza gerçek bir şans tanıyın. Eskisiyle kıyaslamak gibi bir hataya düşmeyin, onun yerine yeni sevgilinizin olumlu özelliklerini keşfedin, bu daha heyecan verici… Bu arada eski erkek arkadaşınız askıntı olmaya devam ediyorsa onunla görüşmeyi tamamen kesin. Demek ki, henüz arkadaş kalmaya hazır değil, üstelik bu durum yeni erkek arkadaşınızı da fazlasıyla rahatsız edebilir.
Onu olduğu gibi kabul edin
Farklı ilgi alanları, geleceğe dair bambaşka beklentiler, hayaller ve birbirine ters bakış açılan çoğunlukla ayrılığa sebep oluyor. Yani “Zıtlar birbirini çeker,” sözü tam bir palavra! Tabii ki, karakterleriniz aynı olmak zorunda değil. Mesela siz daha neşeli ve dışa dönüksünüzdür, o ise daha sakin ve çekingen, bu durum bir problem yaratmaz. Fakat hayata ve dünyaya bakışınız, beklentileriniz, zevkleriniz ve planlarınız uyuşmuyorsa işiniz bayağı zor.
Beraberliğinizi sürdürmeyi gerçekten istiyorsanız ve bu şekilde de aşkta mutlu sona ulaşabileceğinize inanıyorsanız, o zaman önce sevgilinizi değiştirme fikrini unutun. Onu şu anki haliyle, hiçbir şekilde başka bir insan yapmaya çalışmadan ve size ters gelen davranışlarından şikayet etmeden kabul etmelisiniz, tabii o da sizi. Eğer ikiniz de bunu başarırsanız belki ilişkinizi uyum içinde sürdürebilirsiniz.
Aşka ömür biçmek, bilim adamları başta olmak üzere birçok kişinin ilgisini çekmiş, en yaygın ortak yanılgıysa, (tensellikten öte gidemeyen ilişkileri bile aşk olarak nitelemenin sonucunda) aşkın ancak birkaç yıl süreceği yolunda olmuştur. (Bilim adına cinselliğin kimyasını aşkın kimyası sanıp aşka biyolojik ömür biçenlerin düşüncelerindeki sakatlıkları Cinsellik bölümünde tartıştığımız için burada yinelemiyorum. Onlar, yazar kimliğiyle ortaya çıkıp (Frédéric Beigbeder gibi) Aşkın Ömrü Üç Yıldır derken, aşk sandıkları çiftleşme kültürünün belirlediği ilişkileri ayakta tutmak için kontrollü zinayı öngörecek kadar insana uzak düştüler. Aşkı ömür boyu var etmenin yollarını öğretmek amacıyla sayısız kitap yazılmıştır. İnsanın kuramsal bilgilerle donatılması bir aşk ilişkisi için yeterli değildir elbette. Yaşamın gerçekliğinde bir aşkın ne kadar süreceği iki sevgilinin donanımına ve yüreğine bağlıdır.
Ne kadar doğru bir söz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder